23 Kasım 2014 Pazar




24 Kasım'a Özel...




Bu mana ve ehemmiyeti tartışılmaz günün hatırına annemin yazdığı, ilkokul 5. sınıf sonundaki bitirme müsameresinde çok değerli Emine Aycan hocamıza hitaben okuduğumuz şiiri paylaşmak isterim.

.....

Kara kışın ortasından bir bahar girdi dünyama
Filiz verip yeşerdi, renk renk çiçekler açtı ruhumda
Meyveye durdu dallar, kökler sımsıkı sarıldı toprağa
Kara kışta dünyama giren bu bahar sendin ÖĞRETMENİM

.....

Gecenin ardındaki sabahtı yolumu aydınlatan
Doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği hatırlatan
Sevgiyle sabırla aşkla yoğuran
Yolumu aydınlatan bu bahar sendin ÖĞRETMENİM

.....

Dilimden düşmeyen bir şarkıydı söylediğim
En güzel sözlerle bestelediğim
Bazen coşup, bazen hüzünlendiğim
Dilimden hiç düşmeyen bu şarkı sendin ÖĞRETMENİM

.....

Bir Zümrüdüanka idi bilinmezlerin ötesinde
Uçsuz bucaksız hayallerimin yücesinde
Tatlı düşlerimin gölgesinde
İşte benim Zümrüdüanka'm sendin ÖĞRETMENİM

.....

Bir ateş yaktın içimizde sonsuza dek sönmeyen
Ayrılıklara inat parçalanmayan, bölünmeyen
Üzülmek yok, ağlamak yok veda değil beklenen
Hepimiz seninle bir bütünüz Öğretmenim
Bu ateş sonsuza dek sönmeyecek ÖĞRETMENİM


SAADET MUTLU

11 Şubat 2014 Salı


Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan  esersen es!



Hitabetin Hası...




Necip Fazıl Kısakürek'in Gençliğe hitabesini oturdum geçirdim buraya. Niye üşeneyim ki! Bu seferde Üstadın bizim için yazdıklarını mürekkeple değil de 0 1 lerle bir araya getireyim dedim. Lafı daha fazla uzatmadan, haydi bismillah...





Devlet ve milletin 7 asırlık hayatında dört devre...

Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkinci üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncü bir asır... Allahın, Kur'anında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü?... Son yarım asır!... İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde planında kurtarıldıktan sonra ruh planında ebedi helake mahkumiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...

Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik...

Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...

Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sende , zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...

Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslamda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslam alemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...

'Kim var?' diye seslenince, sağına soluna bakmadan fert fert 'ben varım!' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur!' fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve  o nispetle usule, stratejiye uygun bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırtetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...

Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mabedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar kendini koruyabilecek destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...

Annesi, babası, ninesi, dedesi de içinde olsa, gelmiş geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne' idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...

Tek cümleyle, Allahın, kainatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutanak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine layık bir muameleye tabi tutacak bir gençlik...

İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsür yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım.

Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşında koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selamı üzerine olsun...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!

Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan  esersen es!




 




27 Ocak 2014 Pazartesi



...Haftanın Kitapları Hakkında...

 
 
 
Bir Işık Görüyorum (Hekimoğlu İsmail)
 
 
Allah'ın lutfu ile anladım ki sevgilim İslamiyettir. 1950'den beri yazdığım her yazı, her kitap sevgilime yazdığım bir mektuptur; bu hal hala devam ediyor. Kendi kendime soruyorum: "İman hakikatlerine nasıl hizmet edebilirim? Acaba yılların ve kütüphanemin bendeki birikimini Müslümanlara nasıl aktarabilirim?" İşte bunun sancısını çekiyorum. Allah okuyan göz vermiş okuyacağız, buna mecburuz. Ya hiçbir işe yaramayan şeyleri yahut dünyamızı ve ahiretimizi cennet edecek kitapları okuyacağız. Hayatım boyunca tahkiki iman dersleri veren Risale-i Nuru okudum, hala okuyorum. İnanıyorum ki tahkiki imanı elde etmesi, bir insanı bütün çukurlardan çıkarmaya yeter...
 
Bu çalışma, ruhumun beslendiği Risale-i Nur'dan toplayabildiğim hakikat meyvelerinin, tahkiki imana yollar arayan gönül erlerine bir kandil niyetiyle sunulmasıdır...
 
 
 
 
 
Şapka (Münip Engin Noyan/ Aişe Sevda Noyan)
 
 
"Bu hain! Evet, hain... Başına kadın şapkası giyerek cumhuriyetimizin inkılablarıyla aklı sıra alay etmekle ve onları, aklı sıra aziz milletimizin nezdinde küçük düşürmeye çalışmakla iktifa etmemiş, besbelli cumhuriyetimize ihanet ettiği için, evet, ihanet ettiği için derdest edilmiş götürülmekte olan kendi gibi kendi gibi kara cahil bir yobazı görünce, apaşikar kalbi bir muhabbet ve alakayla 'Hocam! Hocam!' diye haykırarak peşinden koşmaya, onu kanun kuvvetlerimizin ellerinden sözümona kurtramaya çalışmıştır! Evet! Bütün bunlara ben bizzat şahit oldum, gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim! Şimdi sorarım size komiser bey, bütün bunlar, cumhuriyet ve de medeniyet inkılabların aleyhdarı karanlık ve de gizli bir teşkilatın mensubları olduklarını göstermez mi? Ha? Göstermezmi?"
 
25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayılı "Şapka İktisası(Giyilmesi) Hakkında Kanun" un çıktığı ve heme uygulamaya konduğu yıllarda Türkiye'yi ziyaret edip gözlemlerde bulunmuş, sonra da bunları "MUSTAFA KEMAL VE UYANAN DOĞU" adı altında kitaplaştırmış olan İsviçreli gazeteci Paul Gentizon anlatıyor:
 
"Birçok fırsatlarda sokakta, vapurda, gösteri salonlarında şapkalar fese hücum etti. Fes daima yenildi, yani parçalandı, ayak altına alındı ya da denize atıldı... Hemen yürürlüğe giren bu kanuna aykırı her türlü davranış için tedbirler alındı. İstanbul'da komiserler kendilerine bağlı memurlarla birlikte İstanbul'u Galata'ya bağlayan büyük köprünün başını ve şehrin başlıca yollarını tuttular. Fes ya da kalpak giyinmiş olan herkesi tutuklayarak, başlıklarını ellerinden alıyorlardı. karşılaştıkları sarıklılarınise, ellerindeki belgeler kontrolden geçiriliyordu. En küçük karşı koyma, suçlunun tutuklanmasına neden oluyordu..."
"Şpka İktisası Hakkında Kanun" a muhalefet suçundan İstiklal Mahkemeleri'ne sevkedilenlerden 78 kişi idam edildi; içlerinden biri de bir kadındı! Çok sayıda insan muhtelif hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı.
 
1939'da Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesiyle, şapkadan başka başlık giymeyi alışkanlık haline getirmenin cezası üç aya kadar hapis olarak belirlendi.
 
1961 ve 1982 Anayasaları, öbür devrim kanunları gibi 671 sayılı "Şapka İktisası Hakkında Kanun"un da Anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceğini hükme bağladı.




24 Ocak 2014 Cuma



Hayatı tavşan gibi görüp kaplumbağa gibi yaşama vakti...


Çok eskiden, epey evvel demek yerine zamanın tarihinde,tarihin de tarihinde diyerek anlatacağı hikayenin çok önceden yaşandığını dile getirmek isteyen, anlındaki çizgilerden satır satır tarih okunan, nur çehreli insanı dinleyelim birazda...

Hikayelerini anlatırken, kendine has üslubuyla gönlünden kopup gelen kelimeleri bir araya getirir. Abartarak anlatmaya çalışsada yapamaz bir türlü, kelimelerin fazlası gözyaşı olur damla damla süzülür derin çizgilerinden. Kafasını kaşıdığında efkarlandığını, gönlünden geçirdiklerini aklına, aklından geçirdiklerini kelimelerine dökmek istediğini anlarız...

                                                                         * *
Zamanın tarihinde, çok efendi bir adam yaşarmış evvel ırak diyarlarda. Öyle dediğime bakmayın evlatlar, şimdi ırak mı ki, tayyareyle epey kısaymış diyorlar. Neyse, hani işi vaktinden çok insanlar vardır ya, bu adam da onlardanmış işte. Ya Allah Bismillah deyip sabah namazından sonra koyulurmuş işine gücüne. Onun için gün, sabah ezanıyla başlar, yatsı ezanıyla bitermiş. Küçükten alıştırmış babası.

Emekli olmazdan evvel umum müdürmüş amma enaniyet sahibi değilmiş efendi.
Mesai bitiminde mutlaka mahalle bakkalına uğrar, öte beri alır, çoluk çocuk, fakir fukara kime rastladıysa hayır duasını alırmış. Şehirde zannetmeyin hemen evlatlar umum müdür deyince, köyde yaşarmış asıl. O vakitlerde köyden kente göç de pek fazlaymış. Ne diyorsunuz siz ona, heh moda. 'Moda' olmuş anlayacağınız amma para kör etmiş gözlerini ahalinin. Bizim umum müdüre de pek çok teklif gelirmiş kabul etmezmiş, bırakamazmış ata yadigarını, boynumun borcu der, elinden geleni yaparmış geride kalanlar eşi, dostu, ahbapı için...

İşi vaktinden pek çokmuş amma yine de yatsı ezanına kadar halledermiş işlerini. Zamanın tarihinden bahsediyorum evlat; araba, tayyare, ışık ne arar. Her bir şey hızlı mıydı sanıyorsunuz şimdi ki gibi. Harekette bereket vardır ya, emekli olmazdan evvel nasılsa olduktan sonra da öyleymiş efendi. Yine sabah ezanıyla kalkar imamın abdest suyuyla abdestini alır, yatsıya kadar koştururmuş. Hee, evlatlar imamın abdest suyu da soğuk olur, öyle rahat düşkünü olmaz imam efendiler. Neyse, genci, yaşlısı onun hızına yetişemezmiş evelallah. Hep söylenirmiş şehre göçenlere,

Köyden inmiş şehre
Deva ararmış avare
Bulamamış derdine çare
Hızı katık yapayım derken ömre
Kabuğuna çekilmiş biçare

                                                                         * *

Öyle bir iç geçirdi ki, kelimeler düğümlendi boğazında adeta. Gözlerinden yaş oldu süzüldü anlatacakları. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayınca, demlenmiş çayı doldurduk bardaklara. O çayını bir bir yudumlarken, anlattıklarını düşündük önce...

Anlamsızdı sanki anlattıkları, devamı nasıl bitebilirdi ki hikayenin, ne oldu umum müdürüne...

İşte tam da bunları düşünürken, kabuğumuza çekilmiş biçareler olduğumuz geldi aklıma... Babamın, 'Köye bağ evi yaptırdım.' deyişi yankılandı kulaklarımda...