27 Ocak 2014 Pazartesi



...Haftanın Kitapları Hakkında...

 
 
 
Bir Işık Görüyorum (Hekimoğlu İsmail)
 
 
Allah'ın lutfu ile anladım ki sevgilim İslamiyettir. 1950'den beri yazdığım her yazı, her kitap sevgilime yazdığım bir mektuptur; bu hal hala devam ediyor. Kendi kendime soruyorum: "İman hakikatlerine nasıl hizmet edebilirim? Acaba yılların ve kütüphanemin bendeki birikimini Müslümanlara nasıl aktarabilirim?" İşte bunun sancısını çekiyorum. Allah okuyan göz vermiş okuyacağız, buna mecburuz. Ya hiçbir işe yaramayan şeyleri yahut dünyamızı ve ahiretimizi cennet edecek kitapları okuyacağız. Hayatım boyunca tahkiki iman dersleri veren Risale-i Nuru okudum, hala okuyorum. İnanıyorum ki tahkiki imanı elde etmesi, bir insanı bütün çukurlardan çıkarmaya yeter...
 
Bu çalışma, ruhumun beslendiği Risale-i Nur'dan toplayabildiğim hakikat meyvelerinin, tahkiki imana yollar arayan gönül erlerine bir kandil niyetiyle sunulmasıdır...
 
 
 
 
 
Şapka (Münip Engin Noyan/ Aişe Sevda Noyan)
 
 
"Bu hain! Evet, hain... Başına kadın şapkası giyerek cumhuriyetimizin inkılablarıyla aklı sıra alay etmekle ve onları, aklı sıra aziz milletimizin nezdinde küçük düşürmeye çalışmakla iktifa etmemiş, besbelli cumhuriyetimize ihanet ettiği için, evet, ihanet ettiği için derdest edilmiş götürülmekte olan kendi gibi kendi gibi kara cahil bir yobazı görünce, apaşikar kalbi bir muhabbet ve alakayla 'Hocam! Hocam!' diye haykırarak peşinden koşmaya, onu kanun kuvvetlerimizin ellerinden sözümona kurtramaya çalışmıştır! Evet! Bütün bunlara ben bizzat şahit oldum, gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim! Şimdi sorarım size komiser bey, bütün bunlar, cumhuriyet ve de medeniyet inkılabların aleyhdarı karanlık ve de gizli bir teşkilatın mensubları olduklarını göstermez mi? Ha? Göstermezmi?"
 
25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayılı "Şapka İktisası(Giyilmesi) Hakkında Kanun" un çıktığı ve heme uygulamaya konduğu yıllarda Türkiye'yi ziyaret edip gözlemlerde bulunmuş, sonra da bunları "MUSTAFA KEMAL VE UYANAN DOĞU" adı altında kitaplaştırmış olan İsviçreli gazeteci Paul Gentizon anlatıyor:
 
"Birçok fırsatlarda sokakta, vapurda, gösteri salonlarında şapkalar fese hücum etti. Fes daima yenildi, yani parçalandı, ayak altına alındı ya da denize atıldı... Hemen yürürlüğe giren bu kanuna aykırı her türlü davranış için tedbirler alındı. İstanbul'da komiserler kendilerine bağlı memurlarla birlikte İstanbul'u Galata'ya bağlayan büyük köprünün başını ve şehrin başlıca yollarını tuttular. Fes ya da kalpak giyinmiş olan herkesi tutuklayarak, başlıklarını ellerinden alıyorlardı. karşılaştıkları sarıklılarınise, ellerindeki belgeler kontrolden geçiriliyordu. En küçük karşı koyma, suçlunun tutuklanmasına neden oluyordu..."
"Şpka İktisası Hakkında Kanun" a muhalefet suçundan İstiklal Mahkemeleri'ne sevkedilenlerden 78 kişi idam edildi; içlerinden biri de bir kadındı! Çok sayıda insan muhtelif hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı.
 
1939'da Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesiyle, şapkadan başka başlık giymeyi alışkanlık haline getirmenin cezası üç aya kadar hapis olarak belirlendi.
 
1961 ve 1982 Anayasaları, öbür devrim kanunları gibi 671 sayılı "Şapka İktisası Hakkında Kanun"un da Anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceğini hükme bağladı.




24 Ocak 2014 Cuma



Hayatı tavşan gibi görüp kaplumbağa gibi yaşama vakti...


Çok eskiden, epey evvel demek yerine zamanın tarihinde,tarihin de tarihinde diyerek anlatacağı hikayenin çok önceden yaşandığını dile getirmek isteyen, anlındaki çizgilerden satır satır tarih okunan, nur çehreli insanı dinleyelim birazda...

Hikayelerini anlatırken, kendine has üslubuyla gönlünden kopup gelen kelimeleri bir araya getirir. Abartarak anlatmaya çalışsada yapamaz bir türlü, kelimelerin fazlası gözyaşı olur damla damla süzülür derin çizgilerinden. Kafasını kaşıdığında efkarlandığını, gönlünden geçirdiklerini aklına, aklından geçirdiklerini kelimelerine dökmek istediğini anlarız...

                                                                         * *
Zamanın tarihinde, çok efendi bir adam yaşarmış evvel ırak diyarlarda. Öyle dediğime bakmayın evlatlar, şimdi ırak mı ki, tayyareyle epey kısaymış diyorlar. Neyse, hani işi vaktinden çok insanlar vardır ya, bu adam da onlardanmış işte. Ya Allah Bismillah deyip sabah namazından sonra koyulurmuş işine gücüne. Onun için gün, sabah ezanıyla başlar, yatsı ezanıyla bitermiş. Küçükten alıştırmış babası.

Emekli olmazdan evvel umum müdürmüş amma enaniyet sahibi değilmiş efendi.
Mesai bitiminde mutlaka mahalle bakkalına uğrar, öte beri alır, çoluk çocuk, fakir fukara kime rastladıysa hayır duasını alırmış. Şehirde zannetmeyin hemen evlatlar umum müdür deyince, köyde yaşarmış asıl. O vakitlerde köyden kente göç de pek fazlaymış. Ne diyorsunuz siz ona, heh moda. 'Moda' olmuş anlayacağınız amma para kör etmiş gözlerini ahalinin. Bizim umum müdüre de pek çok teklif gelirmiş kabul etmezmiş, bırakamazmış ata yadigarını, boynumun borcu der, elinden geleni yaparmış geride kalanlar eşi, dostu, ahbapı için...

İşi vaktinden pek çokmuş amma yine de yatsı ezanına kadar halledermiş işlerini. Zamanın tarihinden bahsediyorum evlat; araba, tayyare, ışık ne arar. Her bir şey hızlı mıydı sanıyorsunuz şimdi ki gibi. Harekette bereket vardır ya, emekli olmazdan evvel nasılsa olduktan sonra da öyleymiş efendi. Yine sabah ezanıyla kalkar imamın abdest suyuyla abdestini alır, yatsıya kadar koştururmuş. Hee, evlatlar imamın abdest suyu da soğuk olur, öyle rahat düşkünü olmaz imam efendiler. Neyse, genci, yaşlısı onun hızına yetişemezmiş evelallah. Hep söylenirmiş şehre göçenlere,

Köyden inmiş şehre
Deva ararmış avare
Bulamamış derdine çare
Hızı katık yapayım derken ömre
Kabuğuna çekilmiş biçare

                                                                         * *

Öyle bir iç geçirdi ki, kelimeler düğümlendi boğazında adeta. Gözlerinden yaş oldu süzüldü anlatacakları. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayınca, demlenmiş çayı doldurduk bardaklara. O çayını bir bir yudumlarken, anlattıklarını düşündük önce...

Anlamsızdı sanki anlattıkları, devamı nasıl bitebilirdi ki hikayenin, ne oldu umum müdürüne...

İşte tam da bunları düşünürken, kabuğumuza çekilmiş biçareler olduğumuz geldi aklıma... Babamın, 'Köye bağ evi yaptırdım.' deyişi yankılandı kulaklarımda...